Sıla ABALAY

 

 

 

Şehit Düştüğü Tarih: 6 Mayıs 2017

 

Şehit Düştüğü Yer: İstanbul Küçükçekmece

 

Doğduğu Tarih: 1 Ekim 1999

 

Doğduğu Yer: Ardahan

 

Mezar Yeri: Erzincan’ın Çağlayan ilçesi

 

 

Sıla Abalay, 6 Mayıs 2017 tarihinde, günün ilk ışıklarıyla, AKP’nin katil polisleri tarafından kaldığı evde katledildi. Direniş geleneğimizi onurla temsil etti Sıla. Katil sürülerinin “teslim ol!” çağrısına zafer sloganlarıyla cevap verdi.

18 yaşında bir Dev-Gençli, Liseli Dev-Gençlidir Sıla. Örgütü akrabalarıyla tanımıştır ama asıl olarak Şafak Yayla’nın öğrencisidir. Genç yaşında sorumluluklar alan Sıla, partinin genç kadrolara güvenle yaklaşımının da en iyi örneklerinden biridir.

Halkımız Sıla’yı ilk kez, katledilen yaşıtı Berkin’e adalet isterken tutuklandığı zaman tanıdı. Sıla, hapishanelerde yaratılan değerleri 122’ler gibi değerlerini savunan bir özgür tutsaktı. 2 aya yakın açlık grevi yaparak, onu ve düşüncelerini teslim almaya çalışan düşmana ne kadar güçlü olduğunu gösterdi. Sıla, 1995’te katledilen Komutan Sibel’in 6 Mayıs 2017’de ete kemiğe bürünmüş halidir. Komutan Sibel’in ölmediğini bizlere bir kez daha göstermiştir.

18 yaşındaki Sılalar, direnme tarihinden öğrenmiş, devrimci geleneklerle büyümüş ve yeni gelenekler yaratmıştır. 16’sında halkın umudu, 18’inde kahramanı olmuştur.

18 yaşındaki Sılalarımız şimdi direnme ve savaşma sebebimizdir. Sılalar için direnmeli, katledilen halk çocuklarının hesabını sormak için savaşmalıyız.

 

 

"Kendimi Mücadelenin Ortasında Görüyorum. Yeni İnsan’a Ulaşmak İstiyorum” Diyen Sıla,

16’sında Halkın Umudu, 18’inde Halkın Kahramanı Oldu

Sıla, her 15 saniyede bir işçinin hayatını kaybettiği bir dünyada ve her gün yaşanan işçi cinayetlerinde 4-5 işçinin öldüğü bir ülkede yaşıyordu. Çok geriye gitmeye bile gerek yok; 16 yaşındaki işçi Ömer Faruk, 1 Mayıs günü iş yerinde iş cinayetinde katledildi.

Sıla, her dört kişiden birinin işsiz olduğu bir ülkede yaşıyordu. İşsizliğe, yoksulluğa son vermek için mücadele ediyordu.

Sılalar, ekmek almaya giderken katledilen Berkinlerin ülkesinde yaşıyordu.

Yüreği ve bilinci katledilen halk çocuklarının hesaplarını sormakla dolu bir Dev-Gençlidir Sıla. Devrimcilik nedenlerini anlatırken şöyle diyordu:

Devrimcilik zorunluluktur çünkü

- Enes 10 yaşında, ailesini geçindirmek için çalışmak zorunda, - Tekstilde çalışan İdris’i patronu dövdüğü için,

- Sonevler’de oturan çocuklar konuşmaktan utandığı için...”

Bunun için devrimcilik yaptığını söyleyerek halkımızın, çocuklarımızın maddi ve manevi yokluklarını anlatıyordu.

Altınşehirliler Sıla’yı 2014 yılında tanıdı. Daha 15 yaşındaydı. Halkımız bağrına basmıştı Sıla’yı. Emekçiliğiyle, mütevazılığıyla, güler yüzüyle, sorunlar karşısında pes etmeyişiyle, inadıyla, öfkesiyle kendisini halkına, vatanına adamış bir devrimciydi Sıla’mız...

Evet, Sılalar bizim komutanlarımızdır. Sılalar bizim yol gösteren kılavuzumuzdur. Daha 15’inde halkın sorunları için yanıp tutuşan, çözümler arayan Sılalarımız, komutanlarımız, yol göstericilerimiz oldukça bu halkı kimse yenemez, direnenleri bitiremez.

Ne mutlu ki Sıla gibi komutanlarımız var. Evet, böyle bir ülkede Sılalar direniyor.

18 yaşında Sıla, genç yaşına rağmen; ülkenin, dünyanın sorunlarına vakıftır. Sıla, açlığımızın yoksulluğumuzun, beslenme, barınma, sağlık sorunlarımızın sorumlusunun bu düzen olduğunu bilen, bu düzenin hiçbir sorunumuzu çözemeyeceğini bilen ve bu düzene karşı savaşma kararı almış bir devrimcidir.

Bir röportajında, yoksul halkın sorunlarını ve adaletsizliği ve nedenlerini söyle anlatıyordu Sıla:

"Evet, bu ülkede onlarca çocuk katledildi Uğur daha 12 yaşında 13 kursunla. Berkin ise 14 yaşında katledildi. Bugün Ceylan’ın katiline sadece 28 bin para cezası veriliyor. Biz herkese soruyoruz bir çocuğun canının değeri 28 bin mi?

Uğur Kaymaz Berkin Elvan nezdinde katledilen bütün çocukların hesabını sormak içindir bizim kavgamız.

Evet, biz adalet istiyoruz katledilen çocuklarımızın katilleri ellerini kollarını sallayarak gezememeli. Bu devlet, bu iktidar çocuk katilidir. Bugün Berkin’in Uğur’un katillerini koruyor ama biz bu kampanya ile onlara adaleti uygulattıracağız, katilleri yargılamak zorunda kalacaklar. Tüm dünyaya ulaşacak sesimiz, tüm halka ulaşacak. Berkin Uğur bu halkın çocuklarıdır, bizim savaşımızla halkımız adalet isteyecek.

Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan Kürdistan için, 'Çocuk da olsa kadın da olsa gereken yapılacak demişti. Haziran ayaklanması sürecinde 'Polise talimatı ben verdim diyerek saldırıları en yetkili ağızdan sahiplendi.

Tayyip Erdoğan'ın suçu nedir? Azmettiren diyebilir miyiz? Tayyip Erdoğan’ın suçu azmettiren değildir sadece Tayyip Erdoğan’ın suçu bir de değildir o bizzat katildir, soyguncudur. Halkımızın kanını iliğini sömürmüştür, çocuklarımızın canını almıştır, beyinlerini sokağa akıtmıştır. Onun suçu basit değil o halka karşı düşmanlık etmektedir, halk düşmanıdır. Kesinlikle Tayyip Erdoğan’ın yakasındadır bu halkın eli.

…Uğur’ uda unutmadık unutturmayacağız, 40 günlük ayaz bebeği de unutmadık Ceylan’ı da unutmadık gezi şehitlerimizi de unutmadık. Hasan Ferit Gedik'i de unutmadık biz hiçbir şeyi unutmadık bu halkta hiçbir şeyi unutmaz."

 

Kendi Hücrede, Aklı Mücadele, Şehit Yoldaşlarında Olan Sıla,

52 gün süren açlık grevini ve tecridi şöyle anlatıyordu:

"Bizimkiler bana kitapta yolluyorlardı. Bir an olsun çıkmıyordu Şafak abi aklımdan her anımda onu düşünüyordum canımın çok yandığını hissediyordum ama bana inanılmaz bir güç oluyordu. Şafak abi tutuklandığımdan itibaren her gece mutlaka rüyamda gördüm Şafak abiyi.

Paylaşamıyordum hissettiklerimi sanırım beni zorlayan buydu. Günler ilerledikçe daha çok anlıyordum tecridi. Sesim kısılmıştı konuşmamaktan ve bacaklarımda ağrı oluşmaya başlamıştı. Bunlara karşı çözümler üretmeye başladım sesli kitap okuyor volta atıyordum. Her şeyi düşmanın kasıtlı yaptığını düşünüyordum. Her gün kapımda o gün gelen yemeğin isimleri sayılıyordu. 

Açlık grevinde olmak bana ayrıca güç veriyordu sanki. Direndiğimi düşünüyordum düşmanı aç kaldığım her gün sanki daha çok yeniyordum ve bu bana güç veriyordu. Sanki açlık grevine sarılmıştım. Günler böyle geçiyordu sabırla bekliyordum, dışarıdaki arkadaşları düşünüyordum, gençliği merak ediyordum.

Yalnız hissetmedim hiç. Sanki öğrendiğim her şey önümdeydi. Şafak abiden aldığım eğitim çalışmaları, iç disiplin çalışmaları çok ilginç geliyordu. En son bana verdiği uyguladığımız program tam da yaşayacaklarım içindi. Yani sanki Şafak abi tutsak düşeceğimi biliyor da ona göre çalışma vermişti. Çok canım yanıyordu, Şafak abiyi çok özlüyordum."

"Sonra gardiyanlar bir gün beni aldılar ve hiç bir şey söylemediler. Kütüphaneye girdiğimde, iste karşımda hiç tanımadığım ama çok sevdiğim beni hiç yalnız bırakmayan iki yoldaşım, ablam vardı. Çok şaşırmıştım onlara sarılınca çok yoğun hissettim. Bırakmak istemedim tanımıyordum. Onları o kadar özlemiştim ki, tutamadım kendimi, gözlerim doldu. Ağladım ama ilk defa akmıştı bu gözyaşları. Başkaydı yani, ben o an hissettiklerimi daha önce hiç hissetmemiştim. Yoldaşlığın ne kadar farklı, ne kadar güzel ve gerçekten can pahasına olduğunu hissediyordum.

Yavaş yavaş öğreniyordum özgür tutsaklığı. Tek başıma örgüt olacağım diyordum."

" Arkadaşlardan cevap gelene kadar doğru düşünmeye çalıştım ve her şeyin nedenini düşünerek bir karara vardım. Bu kararım basit sade ve netti benim için.

Ben şafak abinin hesabını sormaya karar verdim. Bizim canımızı yakanların canını yakmaya karar verdim düşmana hiç unutamayacağı bir şey yapmak istiyordum" 

"Mahkeme günüde belli olmuştu tahliye bekliyorduk. Bunu ilk duyduğumda için çok buruktu. Çıkacağım için sevinmemiştim. Arkadaşları bir daha göremeyecek olmak zoruma gidiyordu. Ama sonra dışarıda ihtiyaç olduğunu Şafak abinin kurumunun artık bizim olduğunu, onun bize bıraktığını ve bizimde ona yakışır şekilde olmamamız gerektiğini düşünerek kendimi dışıyla hazırlamaya karar verdim."

"Ve bundan sonra yaptığım her şeyi onlar içinde (özgür tutsaklar için) yapacağım. Onlar için daha çok emek vereceğim. …

 

Canım yoldaşlarıma söz verdim; daha hızlı koşacağım, daha sıkı sarılacağım kavgamıza. 

Yaşadığım bu süreçte çok şey öğrendim. Direnmeyi öğrendim, iradeyi öğrendim. Kendimi ölçtüm. Harekete olan bağlılığımı gördüm hareketimiz olmadan hiçbir şey olmayacağımı gördüm.

Hareketimiz benim içime kocaman bir hayatı koydu. Ben hareketimize önderimize şehitlerimize yoldaşlarıma çok büyük bir sevgi ve bağlılık duyuyorum.

14 yaşında 12 yaşında katlediliyor çocuklarımız. Bende 15 yaşında mücadeleye başladım ve 16 yaşımda da tutsak düştüm. Küçük bir yaş diyor arkadaşlarımız tutsaklık için. Ama ben bu küçük yaşta şehitlik gibi bir onuru da yaşamak istiyorum. Son olarak hapishaneden daha olgun daha kararlı ne yapmak istediğini bilen, net olarak çıktığımı belirtmek istiyorum.

Şafak abiyi şehitliğe kadar götüren, savaşçılığa kadar götüren büyük ölçüde Hasan Selim abiydi diye düşünüyorum. Benim içinde Şafak abi olacak. "

"Birçok olumsuz yönüm var düzenden getirdiğim belki de çok kötü yönlerim var ama ben kendimi parti ye adamak istiyorum, partili olmak istiyorum. Bedii Cengiz gibi olmak, Şengül Akkurt gibi, Berrin Bıçkılar gibi olmak bütün olumsuzluklarımı aşmak istiyorum. Melek Birsen Hoşver gibi hepsini yok etmek istiyorum."

 

*** 

 

Sıla Abalay'ın Tutsakken Yazdığı Yazı

 

“Ne Kadar Çok Seviyoruz Birbirimizi Değil Mi?

Sevgi Ölümü Nasıl Da Yeniyor”

Nasıl bir özlem nasıl, bir sevda ki bu, “çok özledim çok ama çok seviyorum” demek yetmiyor. Yutkunamıyor insan kelimeler boğazda diziliyor, ben birini düşünürken öyle hızlı çoğalıyor ki kavuşacaklarım, insan koşarak katılmak istiyor bu kervana. Bir yer hayal ediyorum cennet değil. Yıldızlar öyle parlak, öyle derin, bütün dileklerimizin orada olduğu bir yer. Vurulduğumu hayal ediyorum, düşmanın beyninde en büyük zararı vererek orada vurulup düşüyorum.

Son nefesimi verirken, en çok acı çektiğim anda, biri elimi tutuyor. Gözlerimi açıyorum, Şafak abi... Sımsıkı sarılıyorum ona, elimde değil eminim denize akan nehir gibi akar gözyaşlarım.

Siliyor abim gözyaşlarımı, “Hoş geldin! Nerede kaldın” diyor. “Çok özledim” diyor, ben öyle mutluyum ki konuşamıyorum. Tekrar sarılıyor Şafak abi uzunca, sımsıkı. Konuşacak çok şeyimiz var, diyor ve başlıyoruz yürümeye. Yolda bana gençliği soruyor, neler yaptığımızı... Kimleri nasıl eğittiğimizi soruyor. “Gözüm hep sizin üzerinizdeydi” diyor. Anlatıyorum uzun uzun her şeyi. Kızıyorum ona niye beni de yanında götürmedin diye, “Senin daha yapacak işlerin vardı” diyor.

Öyle özlemişim ki onu, onun sesini... Nerede yürüdük, hangi yollardan geçtik bilmiyorum. Bir kapıyı açıyor Şafak abi, yerlerde hep kiraz çiçekleri. Öyle güzel kokuyor ki her yer. Bak diyor ”Sen de en güzel olduğun anda düştün toprağa kiraz çiçekleri gibi”.

Sonra gökyüzüne bakıyorum lacivert ama apaydınlık. Yıldızlarla dolu ve öyle yakın ki, sanki elimi uzatsam bir yıldızı oynatacağım yerinden. Yürüdükçe yoğunlaşıyor kiraz çiçeklerinin kokusu ve bir kapı açılıyor. Ben daha kim olduğunu göremeden sarılıyor bana. Saçlarındaki kına kokusundan anlıyorum Hünkar abla. Gerillaya gitmeden kına yakmıştı saçlarına canım ablam. Sıkıyor yanaklarımı. “Sonunda erdin muradına, 18’ine basmadan aldın kleşi” diyor. Gülüyoruz.

Tekrar tekrar sarılıyorum doyamıyorum ablama, kulağıma fısıldıyor; "Sakın ağlama, hiç mi değişmedi senin şu huyun?" diye tatlı tatlı kızıyor.

 Bir bakıyorum ki lüle lüle saçlarıyla Çiğdem abla hızlı hızlı geliyor. Hemen arkasında Berna abla ve Bahtiyar abi. Çiğdem abla hemen sarılıyor ve ardından hızlı hızlı sorular sormaya başlıyor:  "Nasılsın, bir ihtiyacın var mı? Bizimkiler ne yapıyor?”

Ve Berna abla giriyor araya "Çiğdem, Çiğdem ay dur özledim bir sarılayım". Berna ablam benim, o bana kendine güvenmeyi öğretti, bana yere sağlam basmayı öğretti.

Bahtiyar abi gülümsüyor Cephe gülüşüyle. Sarılıyoruz sımsıkı, "hoşgeldin" diyor. Oğuz’u görüyorum "semtimizin kızı" diyor, gülümsüyor o güzel gamzesini izliyorum, sonra

Nasıl özlemişim hepsini. Bir rüya olmasından korkuyorum...

Hep şehitlerimizi görürdüm rüyamda ve sabahları kalkmak istemez tekrar tekrar hayal ederdim gördüklerimi. Şimdi de sanki hiç uyanmak istemediğim bir rüyadaymışım gibi.

Hangisine sarılsam özlemle dolu gözyaşlarımı durduramıyorum. Neler paylaştık biz... Şafak abinin omzunda ağlardım ve o da dayanamazdı gözleri dolardı.

Berna ablanın "sen adaletli olacaksın", "Kendine güveneceksin" sözleri kulaklarımda yankılanıyor.

Ya Leyla abla, nasıl kafa yorardı mahalleler üzerine. Saatlerce mahalle gençliği üzerine konuştuğumuzu hatırlıyorum. Çiğdem abla otobüste giderken bana Bahtiyar abinin sevdiği türküleri dinletirdi. Bir kez sormuştu Berna abla; "Son kez bir şey diyecek olsan ne derdin" diye. Cevap verememiştim de nasıl pişman olmuştu sorduğu için. Heyecandan cevap veremedim diye nasıl kızmıştım kendime.

Ya Bahtiyar abi... Kar yağmıştı Gazi’ye de karların içine gömmüştü beni.

Benim sabırlı emekçi Mahir abim nasıl dalga geçiyordu benimle, "majezik" diyemiyorum diye. Gülünce daha da kırmızı olurdu o güzel yüzü. Şafak abi şehit düştüğünde ağladığımız için çok kızmıştı ve demişti ki; “Şafak’a da bu yakışırdı. Böyle ölmek yakışırdı, niye üzülüyorsunuz? Devrimciliği bırakmadı, hain olmadı” ...

Ben bu anılarla yaşadım gece gündüz, onlara duyduğum özlemle yaşadım. Şimdi onlarla yan yana olduğuma inanamıyorum. Bunları geçirirken içimden, birden çikolata tutuşturuyor biri elime "al" diyor; “kendi eyleminin tatlısı, ilk sen ye!” Bu ses Dayı’mızın sesi. Mahkeme görüntülerini sayısız kere izleyip kabımıza sığamadığımız Dayı’mızın, öğretmenimizin sesi. Dayı’ya sarılıyorum, onu hep merak ediyordum. Hep abilerime soruyor anlattırıyordum, onu tanımak istiyordum. Şimdi bütün sıcaklığıyla, samimiliğiyle karşımda.

Çiğdem abla heyecanlı heyecanlıhadi hadi diyor halay çekelim”. Ve halaya başlıyoruz. Bir yanımda Bünyamin, bir yanımda Aysun abla...

Bünyamin'e bakıyorum gülümsüyor.

Aysun ablaya bakıyorum yine yeleği üzerinde, boynuma sarılıyor hemen. Aysun ablanın saf, temiz tavırları hep yüzümüzü güldürürdü. Öyle geniş bir çember olmuşuz, öyle güzel ki yoldaşlık, böyle omuz omuza...

Karşımda Onur abi ve Çayan abi var. Birbirlerine bakıp gülüyorlar. Sonra ikisi de koşarak gelip yanıma giriyorlar. Çayan abi "can ciğer" diyor, sonra Tarık geliyor yanıma, sarılıyorum. Tarık Gazi mahallesinin gençlerindendi, gerillaya katıldı. Yoksulluk onu savaşçı yaptı, şimdi halayımızda İbrahim Çuhadar'ın yanında. Gazi'yi soruyor bana, isim isim arkadaşlarını soruyor "umarım onlar da savaşçı olur" diyor.

Leyla abla elimi tutup çıkartıyor beni halaydan, “Canım diyor burnumda tütüyorsun.” Sarılıyoruz dakikalarca. Anlatıyorum ona tek tek mahalleleri, ailelerimizi, mahalle gençliğini... O gittikten sonra nasıl yaptığımı, neleri yapamadığımı anlatıyorum.

Canım ablam yine aklı işlerimizde, insanlarımızda. “Abla diyorum, herkes burada mı?” “Evet“ diyor “herkes burada, ne kadar güzel değil mi?” Kenan abiyi soruyorum beni yanına götürüyor.

Kenan abi ve Seyhan abla halayı izliyorlar birlikte. Kenan abiyle sarılıyoruz beni Seyhan ablayla tanıştırıyor.

Sonra hep bakıp bakıp gurur duyduğum dağ gibi Naciye abla geliyor sarılıyoruz...

Elif Sultan ablayı merak ediyorum. Leyla abla yanına götürüyor beni, sarılıyoruz. Beni Fidan ablayla tanıştırıyor.

Ferit abiyi soruyorum, Ferit Eliuygun'u. Onu çok merak ediyorum, ona selam götürüyorum onu hep bana anlatan abimden.

Sonra tek tek bütün şehitlerimizle kucaklaşıyorum... Hünkâr abla ile Şafak abi geliyor "seni bir yere götüreceğiz hadi" diyorlar. Bir kapıdan geçiyoruz, ikisi de ellerimi tutuyorlar. Onların ikisi de bana öyle çok emek verdi ki. Hastalandım, sabaha kadar başımda beklediler. Bana yaratmayı öğrettiler, bana imkânsızı mümkün kılmayı öğrettiler. Bana sevmeyi değer vermeyi öğrettiler. Bak diyor Şafak abi. "Göremiyorum abi" diyorum. Tekrar ediyor Şafak abi; "gözlerinle değil yüreğinle bak" diyor. Bakıyorum, yüreğimdekileri düşünerek bakıyorum ve kendimi görüyorum, vurulup düştüğüm o anı görüyorum. Düşman nasıl da kaçışıyor, yaklaşamıyorlar yanıma.

Hep son nefesimde güleceğim diyordum. Çünkü Onur abi öyleydi gülüyordu ve bu öyle etkilemişti ki beni, herkesi... Cenazesinde toprağın içine girip ben koydum göğsüne cephe bayrağını ve söz vermiştim ona; “hesabını soracağım, yanına geleceğim” diye. Şimdi sözümü tutmanın onurunu yaşıyorum. Evet, onun gibi gülmüşüm ben de.

Yoldaşlarımı görüyorum, haberi alan yoldaşlarım nasıl da öfkeliler. Hep geleneklerimize göre olsun istedim cenazem. Son kez görmek istedim Gazi Mahallesini. Gazi halkını kızıllar içinde dolaşmak istedim. Şimdi vasiyetim için koşturuyor yoldaşlarım. Mahallenin şahanları çıkıyorlar. Hepsini tek tek tanıyorum. Hepsiyle ayrı ayrı yaşadığım güzellikler var. Hepsi için kurduğum hayaller var. Slogan atıyorlar, şimdi adımı haykırıyorlar, "hesabını soracağız" diyorlar. Seslenmek istiyorum onlara, sarılmak istiyorum.

Gazi Cemevi'ne getiriyorlar cenazemi. Annem, TAYAD’lıların yanında beyaz başörtüsü ve kızıl alın bandıyla dimdik duruyor. Ablam yoldaşlarımın yanında. Yeşil gömlek giymiş, ne güzel olmuş, nasıl yakışmış ona.

Hep özlemini duyduğum dağların kır çiçekleriyle süslüyorlar beni, yüzümü açıyorlar. Son kez dolaşıyorum Gazi sokaklarında. Esnafa selam veriyorum, kapıları çalıyorum bir bir "zafer yakında" diyorum. Gazimizin yüzü çamurlu çocuklarını öpüyorum. Gazi vatanım. Bu bir veda değil Gazi halkına, mahallemizin şahanlarına, yüreklerinde yaşayacağımı biliyorum, onları çok ama çok seviyorum.

Ve dönüyoruz Şafak abi, ben, Hünkâr abla. Gittiğimizde bir çember oluşturuyoruz koskocaman, yıldızlar hala gökyüzünde ve çok yakın bize, kiraz çiçekleri düşüyor üstümüze. Bu çemberde Berkin’i, Hasan Ferit’i, Dilek Doğan’ı, Yılmaz’ı görüyorum. Ama bir farklılık var, çok daha kalabalığız. Göz gezdiriyorum ve evet yine onlarlayız, halkımızlayız bunu fark ediyorum.

Taybet ana burada. Silopi’de 7 gün boyunca yerde bekletmişlerdi cenazesini. Kalkıp elini öpüyorum, "kızım" diyor; siz sordunuz hesabımızı, kanımız yerde kalmadı.

Soma’da katledilen maden işçilerini görüyorum.

Berkin'in yanında Uğur Kaymaz var, Barış Kurt var, TOMA’nın altında ezilen Sevcan var. Evet biz yine burada onlarlayız. Doyamıyorum onlara bakmaya. Ve başlıyoruz türkü söylemeye.

Ne kadar çok seviyoruz birbirimizi değil mi? Sevgi ölümü nasıl da yeniyor. Bu sevgi ve bize sevdiklerimizin yokluğunu yaşatan düşmana öfkemiz var olduğu sürece, bizler tıpkı şehitlerimiz gibi en güzel oldukları anda toprağa düşen kiraz çiçekleri üzerinde, yıldızların altında omuz omuz oturup türküler söylemeye devam edeceğiz. Bu yüzden bizim için öldü demesinler, kiraz çiçekleri toprağa düştü desinler.

25.01.2017

Sevgilerimle

 

(Yukarıdaki yazı, Emperyalizme ve Oligarşiye Karşı Yürüyüş dergisinin 21 Mayıs 2017 tarihli 15. sayısında yayınlanmıştır.)

 

  

 

Hakkında Daha Geniş Bilgi İçin...

 

Yoldaşları, yakınları Sıla Abalay’ı Anlatıyor:

 

Geri